Mavi de Beyazlaşıyor
Mavi bana gökyüzünü ve denizi hatırlatır; sonsuzluğu, derinliği çağrıştırır. Oradan nefes alır, besleniriz. Bu mavilerin kirlenmesi gibi iş yaşamında da derinliği temsil eden maviler kirleniyor.
Düne kadar projeksiyon ışıklarının sürekli aydınlattığı ve tüm dikkatlerin odaklandığı beyaz yakalıların dışında kalan, emek yoğun çalışan mavi yakalılar cephesinde son yıllarda sorunlar hızla artıyor. Farkındaydık veya değildik; imalat sektöründe rekabet avantajımız mavi yakalılarımızdan kaynaklanıyordu. Gelişmiş ülkelerin yapamadığı –çoğu kez de yapmak istemediği- işleri bizim firmalarımız mavi yakalılarımızın “beceri ve istekleri” sayesinde havada kapıyor, rekorlar kırarak Dünya’da en önemli tedarikçiler arasına giriyordu.
Aslına bakarsak onların pek kıymetini bilememiştik. Onlar, birçok ekonomik kriz yaşamışlar ve bu dönemlerde ilk kurban verilen kesim olmuşlardı. Ancak şükretmeyi bilen yaşam görüşleri ile bu zor dönemleri başarıyla atlatmayı becerebilmişlerdi.
Adeta yedi canlıydılar. Kriz dönemlerindeki tüm olumsuzluklara rağmen ülkemizin her bölgesinden her sektöründen mavi yakalıların fedakarlık öykülerini dinledik. Fabrikaları kapanmasın diye verdikleri çabalar dillerden dillere dolaştı.
Son yıllarda iş yaşamının her alanında olduğu gibi bu kesimde de ciddi bir dönüşüm yaşanıyor. Eskiden köyünden gelmiş, şehir yaşamına adapte olma mahcubiyeti ile yaşamını sürdüren mavi yakalıların yerini; lise ve yüksek okul eğitimi almış bambaşka bir profil almaya başladı. Bu yeni profil dünyada olup bitenden haberdar, yaşam hakkında beklentileri yüksek, teknolojiye, modaya, spora kısacası daha iyi yaşamaya ilgi ve isteği olan bir kitle. Çoğunun gelecekten ciddi beklentileri var, bugünü karın tokluğu ile geçirmek istemiyorlar.
Kısacası mavi de beyazlaşıyor.
Ancak bu değişime şirketlerimiz tam olarak ayak uydurdurduğunu – hatta farkında olduğunu- söylemek zor. 1990 yıllarda –yani işlerin tıkırında olduğu dönemlerde- toplam kalite rüzgarı ile birlikte mavi yakalılardaki değişim birçok firma tarafından olumlu karşılandı ve desteklendi. Öncelikle hijyen şartlar iyileştirildi. Çalışma, beslenme ve ulaşım olanakları geliştirildi. Bedensel güçleri yanında zihinsel güçlerinden de yararlanmak amacıyla öneri sistemleri ve kalite çemberleri kuruldu.
2000’li yıllar geldi. Krizler birbirini izlemeye başlayınca bir anda ona kadar yapılanlar bir yana bırakıldı. Başta ücretler olmak üzere mavi yakalıları ilgilendiren neredeyse tüm hijyen konularında tasarruf önlemleri alınmaya başladı. Yemek gibi yıllarca kavga konusu olmuş en hassas konuda bile sineğin yağını çıkarma operasyonlarına girişildi.
Tüm bu önlemler de yetmeyince –ki yetmesi mümkün değildi, çünkü toplam maliyetler içinde bu maliyetlerin porsiyonu oldukça azdı- devreye “taşeronlaştırma yaratıcılığı” girdi. Başlangıçta aslında teknoloji yatırımı yapılamadığından ve bu yüzden de bir şekilde yapılması gereken taşıma-yükleme gibi niteliksiz işgücü gerektiren işlerde taşeronlaştırma operasyonlarına gidildi. Bu yetmedi kapsam genişletildi. Operasyon teknisyen, laborant ve uzman operatör gibi daha beyaz çalan mavi yakalıları da içine aldı. Beyaza çalan mavi yakalılar bu durumdan çok daha etkilendiler. Bu kesimin yaptıkları işler beyaz yakalılara çok yakın hatta çoğu kez aynı iken ve yıllarca beyaz yakalıların haklarına kavuşmanın mücadelesini verirlerken bir anda kendilerini taşeronun kucağında buldular.
Taşeronlardan fazla bahsetmeye gerek duymuyorum. Bu firmalar kendilerine köy kahvesi önündeki “amale pazarı” yaklaşımını modernize edip şehir hayatına taşıdılar.
Mavi yakalılar darbeyi yanlızca “taşeronlaşmadan” yemediler. Diğer yandan da soteye yatmış pazarlama dahileri bu kesimi gözüne kestirmişlerdi. Dahiler bankalarla elele verip kabuğunu kırmaya çalışan bu kesime kredi kartları dünyasının cazip ortamını sundular. Yıllara uzanan taksitler, sürekli artan kart limitleri derken, ipin ucu kaçtı.
Artık kartlar dipi gördü, aynı şekilde satışlar da…
Diğer cephe de ise birçok mavi yakalı bırakın kredi kartının borcunu ödemeyi yalnızca borcun faizini ödeyerek hayatta kalma savaşı veriyor. Gelecek planları suya düştü, yol oldukça karanlık. Evde huzur kaçmış. Eşler kavgalı veya boşanma arifesinde. Boşanma istatistikleri alt üst olmuş durumda. Birçoğu insan kaynakları bölümlerinin kapısını aşındırıyor; “bizi işten atın, tazminatımızı ödeyin, bizde bu parayla borcumuzu kapatalım, siz de bizi tekrar işe alın” diyorlar. Bazıları tası tarağı toplayıp sırra kadem basıyor. Köyüne kaçanlar mı istersiniz, şehir değiştirenler mi? Tüm bu çözümler bugünü kurtarmak için. Hem şirketler açısından hem de mavi yakalılar açısından. Peki yarın ne olacak? “Allah kerim, bize birşey olmaz” diyenleri duyar gibi oluyorum. Bunu diye diye zaten bugünlere gelmedik mi? 70’li yıllarda ürün geliştirme ve markalaşma trenini böyle kaçırmadık mı? Şimdi de sıra global tedarikçi olma trenini mi kaçırmaya geldi? Biraz Çin’i, Hindistan’ı çekiştirmeyi bıraksak da mavi-beyaz değerlerimize sahip çıkabilsek…